samipaşazade sezai küçük şeyler özeti
naskah drama 7 orang cerita rakyat singkat. Batılı Anlamda İlk Hikaye Küçük Şeyler Sami Paşazade Sezai Sami Paşazade Sezai "Küçük Şeyler" adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur. DİKKAT KİTAPTAKİ TÜM HİKAYELERİN ÖZETLERİ İÇİN TIKLAYINIZ KÜÇÜK ŞEYLER Sami Paşazade Sezai; hikâye; edebiyatımızdaki Batılı anlamda ilk hikâye eseridir; küçük hikâye türünün ilk örneğidir; yazar bu eserini Alphonse Daudet’in etkisiyle yazmıştır… Yazınımızda ilk gerçekçi öykülerin ortaya çıktığı bir eserdir. Küçük Şeyler'de biri Alphonse Daudet'ten çeviri olmak üzere yedi öykü vardır. Yazar, kitabın başına koyduğu ön sözde, "anlatının artık şaşırtıcı olayları çocukça bir anlatımda anlatmaktan çıktığını, doğanın gizlerine karşı bilimlerin ve fenlerin kazandığı zaferlerle ve insanlığın yüreğiyle ilgili olarak yıllarca süren incelemelerin ortaya koyduğu bilgilere dayanarak yazıldığını" söyler ve "Buna,'edebiyat otopsisi bilimi' diye ekler. Bu ön sözdeki anlatı tanımı, Gerçeklilik ve Doğalcılık akımlarının tanımı olarak görülebilir.... GENEL BİLGİLER Küçük Şeyler'deki hikayeler küçük insanların sıradan olaylar çevresindeki hayatlarından kesitler olarak sunulmuş anlatımlardır. Küçük, önemsiz, derinliksiz görülen hayatların önemli ayrıntıları, derin teşrihleridir. Sami Paşazade Sezai, ilk örnek olma özelliği kazanan bu hikayelerde, kendi kaygıları, kendi özlemleri, kendi problemleri içinde yaşayan küçük insanları, başkalarına küçük ; ama kendilerince büyük dünyalarında yakalamayı başarmıştır. Onların hülyaları, özlemleri, sevgileri büyüktür. İnsana dikkatli bir bakış vardır. Dilsitan'ın aşkı kendince "latif'tir. Paskal, sanatına uygun olarak, "bütün geceler" sevdiğini güldürmeyi tahayyülle sabahlar. Kediler hikayesinin beyi, kedilerin istila ettiği evde bulamadığı huzuru sokakta nafile arar. Yalnız bir yaşlının dramını bu hikayede derinden duyarız. Kişileri, kendi hayatları, kendi tabii mihverinde yaşarken tanıma fırsatı buluruz. Selim İleri, o "kişileri bireysel serüvenleri çerçevesinde" ele almıştır diye değerlendirir. İsmail Hikmet Ertayları ise, onun üslubunu "şeffaf, hassas, bikarar, hatta bazı cihet1erinde nalan" ifadesiyle değerlendirerek, hikayelerin "hemen hepsinde hakikat-i içtimaiyenin bir köşesi tekmil bedahet-i girye-fermasıyla manzurdur" hükmünü verir. Küçük Şeyler Tanıtım Özeti Hâlid Ziya, Kırk Yıl adlı anılarında, Yine bir gün kitapçıda, İstanbuldan yeni gelmiş şeyleri gözden geçirirken, Sâmipaşazâde Sezâi Beyin Küçük Şeyler kitabını gördüm. Küçük Şeyler beni çıldırttı. Sanat heyecanım içinde bu kitaptan duyduğum zevke ve neşeye yetişebilecek bir duygulanma bilmiyorum. Bu bana yeni bir ufuk, ülkenin yayın ve sanat göğünde vaadlerle dolu parlak bir doğuş göstermiş oldu. Küçük hikâyelerin tercüme denemeleriyle geçen zamanın ve bu Küçük Şeyler kitabıyle yinelenen temasların bende biriktirmiş olması gereken bir heyecan toplamı, ... sanki gelecek yılların dölyatağına düşerek hayata çıkmak zamanını beklemeye başlamış bir gebelik tohumunu meydana getirmiş olacak ki, yazı mesleğinde en çok sevdiğim küçük hikâyelerden kim bilir ne kadar yazmış oldum, diyerek kendisini öykü yazmaya yönelten etkenin Küçük Şeyler olduğunu söylemektedir. Yazıya Tepkini Göster!
Üyelik tarihi 28 Şubat 2015 Ruh Hali Samipaşazade Sezai Küçük Şeyler Hikayesinin ÖzetiKüçük Şeyler Kitabının ÖzetiKüçük Şeyler Samipaşazade Sezai Kitabının ÖzetiYazın uzun günlerinde daha çok çalıştığı hâlde, akşamları evine önceki gibi yorgun olarak değil, büyük bir coşku ve neşe ile gelirdi. Yürürken koşar, söylerken güler, önceleri geldiği zaman bir parça dinlenmek için üzerine düştüğü iskemlelerin hiç birinde oturamaz, evin içinde sürekli dolaşır dururdu. Yüzünde, pırıldamak için zamanın en küçük iznini bekleyen gençliğin taze rengi peyda oldu. Yirmi yaşında iken kendisini güçsüz bırakan böyle bir tebessümün karşısında hiç bulunmadınız mı?Kitap KapakKüçük Şeyler Samipaşazade Sezai Kitap Zamanı Yayınları Basım Tarihi 12 - 2009 ISBN 9786051001999 Sayfa Sayısı 65 erhan1907 To view links or images in signatures your post count must be 10 or greater. You currently have 0 posts. Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz. To view links or images in signatures your post count must be 10 or greater. You currently have 0 posts. Konuyu 1 kişi okuyor. 0 üye ve 1 ziyaretçi
Tanzimat dönemi yazarlarından “Samipaşazade Sezai”nin “Kediler” adlı öyküsü, “Küçük Şeyler” adlı kitabında yer almaktadır. Yazar bu kitabındaki öykülerinde kişilerin iç dünyasını, değişik konulardaki hassasiyetlerini, duygu ve düşüncelerini işlemiştir. Öyküde ihtiyar Rossini’nin küçük dünyasındaki küçük hassasiyetleri işlenmiştir. Hikâye kahramanı ihtiyar Rossini, kendi hayatını tek başına devam ettirecek maddi ve sosyal kaynaklardan yoksundur. Karısının beslediği kediler yüzünden, çaresizlik içinde terk ettiği evine geri dönmek zorunda kalan biridir. İhtiyar Rossini’nin karısı, kedi beslemeyi tutku haline getirmiş bir kadındır. Kedileri kocasına tercih edecek kadar bencil, anlayışsız ve vefasız biridir. Nedeni bilinmiyor ancak kocasına hiç değer vermiyor, onu çok iyi tanıdığı için neler yapabileceğini iyi biliyor ve aldırmıyor. Öykü, İhtiyar Rossini’nin eşine “Ya ben ya kediler?” demesiyle başlar. Adamın eşi “ Kediler!” diyerek kedileri tercih ettiğini söyler. Otuz üç yıldır evli olan yaşlı adam, bu cevap üzerine evliliğini sorgulamaya başlar. Kedilerden büyük ölçüde ve sürekli rahatsızlık duymaktadır. Kedilerden biri ekmeğini çalmış, diğeri sütlü kahvesini içmiş, öteki de fincanını kırmıştır. Adam kedilerden birine bastonla vurmak isterken merdivenlerden düşüp yuvarlanır. Bunun üzerine eşiyle kavga eder. Kadın kocasına “Hiç kediye öyle vurulur mu? Ya bir yeri kırılsaydı…” deyince adam iyice hiddetlenir. Evden sinirli bir biçimde çıkıp karısını kaymakama şikayet eder, ancak bir sonuç alamaz. Gece yarısı karar verip sabah eşyalarını toplayıp evi terk eder. Bir süre sokaklarda dolaşır. Kendini yalnız ve çaresiz hisseder. Üstelik parası ve gideceği başka bir yer de yoktur. Evine geri döner. Hiçbir şey söylemeden odasına çıkar ve hırsından hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Öykü, karısının “O kadar haykırarak ağlama. Kedilerimi mi korkutacaksın!” sözleriyle son bulur. Öykü İstanbul’da Ada’da geçer. Olayın geçtiği mekânlar; ev, küçük oda, Ada’nın sokakları ve meyhanedir. Öyküde net bir zaman kavramı yoktur. Zaman genellikle “bir gün”, “sabah”, “akşam”, “33 yıllık evlilik” gibi ifadelerle belirtilir. Yazar, öyküyü ilahi bakış açısıyla anlatmıştır. Hikâyeyle ilgili her şeyi görüp, her şeyi bilmektedir. Öykünün dili günümüze göre oldukça ağırdır. Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklüdür. Öykü genelde uzun cümlelerden oluşmuştur. “Bir günlük mahsul-i mesaisinin böyle mahv ve heder olmasından teessürle başını eline dayayarak pencerenin önünde oturdu. İşte orada, duvarın altında kahvesini içen, ekmeğini çalan, fincanını kıran, kendisini sabah keyfinden mahrum eden, velhasıl evinde bütün rahat ve asayişini selbeyleyen kediler, güneşe karşı abanoz gibi mücella siyah, kar gibi beyaz, sarı benekli, elvan-ı revnak-efzaları ve her an ve saniye renkleri değişen çeşman-ı pertev-füruzanları nazarında bir kavs-i kuzah teşkil ettiği esnada ön ayaklarını iptida ağızlarına götürüp nisvana mahsus bir tavr-ı işvebâzane ile yüzlerini temizleyerek safa-yı hatırla sabah kahvaltısını hazmetmekte ve öğle taamın hazırlanmaktaydılar.” Öyküdeki temel çatışma karı koca arasındaki çatışmadır. Aynı zamanda Rossini de kendi içinde bir çatışma yaşamaktadır. Öykünün ana fikri; “kimsesizlik ve çaresizlik insanlara istenmeyen şartlarda yaşamayı ve sabretmeyi öğretir” düşüncesidir. Bunun yanında evlilikte anlayışın önemi vurgulanmış, hayvan beslemek, bazı kişilerde tutku haline gelirken bazılarının bundan rahatsız olabileceğini dile getirmiştir. Türk edebiyatının ilk öykülerinden biri olan “Kediler” adlı öykü; dili ağır, konusu sıradan olsa da bir döneme ışık tutması ve öykünün geçirdiği evreleri göstermesi bakımından edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir. Samipaşazade Sezai Hayatı Samipaşazade Sezai,1860 yılında İstanbul’da doğdu. Tanzimat devri ileri gelenlerinden, ilk Maarif Nazırı Eğitim Bakanı Abdurrahman Sami Paşa ile Dilarayiş Hanım’ın oğludur. Babasının konağında özel öğrenim gördü. Çocukluk ve gençlik dönemleri, bazı eserlerinde özlemle anlattığı bu konakta geçti. Dönemin tanınmış yazar, şair ve devlet adamlarıyla bu konakta tanıştı. Eğitim yıllarında Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca, Londra’da görev yaptığı yıllarda İngilizce öğrendi. 20 yaşına kadar herhangi resmi bir görev yapmayıp öğrenimine devam etti. 1880 yılında ağabeyi Abdüllatif Suphi Paşa’nın başında olduğu Evkaf Nezareti Mektubi Kalemi’ne memur oldu. Babasının ölümünden sonra da Londra elçiliği ikinci kâtipliğine atandı. Orada kaldığı dört yıl boyunca İngiliz ve Fransız edebiyatlarını yakından inceledi. 1885 yılında elçilik kadrosundan azledilerek İstanbul’a döndü. İstişare Odası’na memur oldu. Samipaşazade Sezai’nin İstanbul’da geçirdiği 1886-1901 yılları onun edebi bakımdan en verimli dönemi yılında Jön Türkler’e katılmak üzere Paris’e gitti. Burada Jön Türklerin lideri Ahmet Rıza Bey’in denetiminde yayınlanan Şura-yı Ümmet gazetesinde II. Abdülhamit ve istibdat rejimi aleyhine yazılar yazmaya başladı. Daha sonraki yıllarda “Paris’te Geçen Seneler”, “Paris Hatıralarından” ve ”Paris’te Yedi Sene” adlı yazılarında Paris’te yaşadığı yılları ve Jön Türklere ilişkin anılarını dile getirdi. 1908 yılında, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü. 1909’da Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki Kongresi’ne katıldı. 1909-1921 yılları arasında Madrid Serliği yaptı. Trablusgarp, Balkan, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarını, tedavi için gittiği İsviçre’de geçirdi. O zamana kadar büyük bir hayranlıkla savunduğu ve örnek alınmasını istediği Batı uygarlığı hakkındaki düşünceleri yavaş yavaş değişmeye başladı. 1921 yılında elçilik görevinden azledildi. Bunun üzerine İstanbul’a döndü ve sadece yazılarıyla ilgilenmeye başladı. 1927 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kendisine “Hidemat-ı Vataniyye” düzenlemesiyle maaş bağlandı. Ayrıca İstanbul Belediyesi’nin Mühürdar’da kiraladığı bir evde oturdu. 26 Nisan 1936’da hayata gözlerini yumdu. Ölümünün ardından Küçüksu Mezarlığı’na defnedildi. Edebi Kişiliği Samipaşazade Sezai, yazı hayatına 14 yaşında başladı. “Maarif” başlıklı ilk yazısı 1874 yılında “Kamer” adlı gazetede yayınlandı. Abdülhak Hamit ve Recaizade Mahmut Ekrem ile yakın dost oldu. Gençlik yıllarında tanıştığı Namık Kemal’le sürekli mektuplaştı. Çok sayıda eseri yoktur. Bir roman, iki küçük hikâye kitabı, hatıra ve seyahat yazıları vardır. 1888 yılında bir paşazade ile bir cariyenin aşk öyküsünü anlattığı “Sergüzeşt” adlı romanı yayınlanana Samipaşazade, Türk edebiyatının ilk roman yazarları arasına girdi. Dönemin güncel konularından biri olan esareti işlediği eseri, basında büyük yankılar uyandırdı. Övgülerin yanında olumsuz eleştirilere de hedef oldu. Alphonse Dodudet’nin “Jak” romanını Türkçeye çevirdi. 1891 yılında öykülerini “Küçük Şeyler” adlı kitabında topladı. 1897 yılında “İkdam” gazetesinde makaleler yazdı. Bazı makale ve hikâyelerini “Rumuzü’l Edeb” adlı kitabında topladı. Türk edebiyatında modern anlamda, kısa öykünün kurucusu kabul edilen yazar, romantik bir mizaca sahip olmakla birlikte, gerçekçilik akımından da etkilendi. Bu tavrı, öykülerinde olduğu kadar gezi ve anı türündeki yazılarında da dikkat çekti. Konularını her zaman yerli hayattan seçti ve “sanat için sanat” anlayışıyla eserler verdi. Eserleri Roman Sergüzeşt 1889 Öykü Küçük Şeyler 1892 Oyun Şîr 1879 Sohbet – Anı – Eleştiri Rumuzu’l – Edeb 1900, İclal 1923
SAMİPAŞAZADE SEZAİ 1859?-1936*Tanzimat Edebiyatı İkinci Dönem sanatçısı, siyasetçi, diplomat, gazeteci, yazar.*İstanbul Aksaray’da doğmuştur.*Doğduğu konak Ziyâ Paşa, Ahmed Vefik Paşa, Ali Suâvi, Osman Nevres, Yenişehirli Avni Bey ve Üsküdarlı Hakkı Bey gibi önemli fikir adamı ve edebiyatçıların sık sık uğradığı bir mekân idi.*Sezai, eğitimini bu konakta özel hocalardan almıştır.*Sezâi’ye burada devrin şairlerinden Osman Nevres, Üsküdarlı Hakkı ve Yenişehirli Avni, şiir ve edebiyat zevki verir.*Fransızca hocası, onda hür düşünce fikrini uyandırmıştır.*Sezâi, henüz çocuk yaşta, Abdülhak Hâmid ve Recâizâde Ekrem’le tanışır.*17-18 yaşlarında Namık Kemal ile sürekli mektuplaşmıştır.*1885-1901 arasında İstanbul’da yaşamış ve edebi açıdan verimli bir dönem geçirmiştir.*Sergüzeşt adlı romanı yayımlayarak Türk edebiyatının ilk romancıları arasına girdi.*1891’de hikâyelerini “Küçük Şeyler” adlı kitapta topladı.*1901’de Paris’e kaçtı; II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine döndü.*Çok sevdiği yeğeni İclal'in ölümü üzerine, mensur bir mersiye ile daha bazı nesir ve hatıralarını “İclal” isimli kitapta topladı.*1936’da vefat etti. Kabri Küçüksu Mezarlığı’ndadır.*Henüz on dört yaşında iken edebiyata heves eden Sezâi, söylev türündeki ilk yazılarıyla adını duyurmuştur.*Gençlik yıllarında Namık Kemal’in etkisinde kalan sanatçı, sonraki yıllarda Ekrem ve Hamid etkisindedir.*Hikâye, roman, tiyatro ve edebî tenkitle çok sayıda siyasî ve sosyal muhtevalı makale yazmıştır.*Şiirlerinde romantizmin, roman ve hikâyelerinde realizmin izlerini görmek mümkündür.*Genel anlamda "sanat için sanat" anlayışını benimsemiştir.*Edebiyat tarihinde “Sergüzeşt Yazarı” olarak tanınmıştır.*“Sergüzeşt”, Türk edebiyatında romantizmden gerçekçiliğe geçişin başarılı örneklerinden biri sayılır.*Hikâye ve romanlarında halkın içinden kahramanları kendi dilleri, çevreleri ve günlük yaşamlarıyla yansıtmıştır.*Hikâye ve romanlarında dönemine göre güçlü bir tekniğe sahiptir.*Hikâyelerinde özellikle tahlile büyük önem vermiştir.*Edebiyatımızda Maupassant tarzını benimseyen ilk hikâyecidir.*En küçük şeylerin bile hikâye konusu olabileceğini savunur.*Fransız sanatçı Alphonse Daudet’den esinlenerek yazdığı kısa öykülerle Batılı anlamda ilk gerçekçi ürünleri vermiştir.*Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk öykü örneklerini Küçük Şeyler yazmıştır.*Romancılığımızı realizme yönelten kişilerdendir.*Eserlerinde gözleme önem vermiştir.*Betimlemelerde ağır, konuşma bölümlerinde sade ve doğal bir dil kullanmıştır.*Halit Ziya’dan önce yetişen ilk büyük üslûpçu olmakla birlikte cümleleri onun cümleleri kadar sağlam değildir.*Hayatı boyunca yeni edebiyatı savunmuş, daima yeninin ve yeniliğin yanında yer almıştır.*Millî Edebiyat akımı başladıktan sonra Türk dilinin sadeleşmesi fikrini desteklemiştir.*Eserlerinde doğu ve batı kültürünün kaynaştığı görülür.*İkinci Tanzimat nesli içinde politikayla en çok uğraşan SEZAİ’NİN ESERLERİTiyatro Şîr, Mantemeden?Hikâye Küçük Şeyler, Müdafaa-i Zulüm?Roman Sergüzeşt, KonakÇeviri JackDüzyazı Rümuzul Edep, İclal-Küçük Şeyler*Çeşitli hikâye, deneme ve tercümelerden meydana gelen bu eserinde Sezâi, mukaddimede belirttiği gibi Nâmık Kemal ve Abdülhak Hâmid çizgisinden kısmen uzaklaşmakla birlikte yine de tasvirlerine şahsî duygularını katmak suretiyle romantizmden tamamen kopamadığını göstermektedir.*Özellikle realist tasvirleri dolayısıyla devrinde bir çığır açan eser Servet-i Fünuncular üzerinde büyük ölçüde etkili olmuş, gerek devrinde gerekse daha sonraki yıllarda takdirle karşılanmıştır.*Batılı anlamda ilk öykü örneklerini içerir.*Eserdeki bazı hikâyeler çeviridir.*Kitapta küçük olayları anlatan yazar, bu olayları güçlü bir dille, dikkat çeken hikâyelere yirmi yaşlarında iken kaleme aldığı bu oldukça zayıf ve acemice eser üç perdelik bir trajedi olup devrinde bir yankı uyandırmamıştır.*Şîr Farsçada “arslan” demektir.*Sanatçının ilk eseridir.*Henüz 20 yaşındayken yazdığı bu tiyatroda oldukça acemidir.*Dili oldukça sade olan eser okunmak için yazılmıştır.*Üç perdelik mensur bir trajedi olan eserde ifade bakımından Namık Kemal’in izleri açıkça hâtıra, gezi notları ve sohbet yazılarından meydana bir hikâye ile hâtıra, gezi notları ve denemelerden 1934-1935 yıllarında yazmaya başlayıp tamamlayamadığı bir roman müsveddesi olup Güler Güven tarafından yayımlanmıştır.
Kitabın Adı Sergüzeşt Yazarı Sami Paşazade Sezai ROMANIN KONUSU Eserde vurgulanan en önemli konu esarettir. Hayatı boyunca satılan, ezilen, oradan oraya fırlatılan bir taş misali görülen, bir insan olarak duygu ve düşüncelerine değer verilmeyen bir esirin dramı konu edilir. Yazar insanın hayvan gibi alınıp satılamayacağını, esir dahi olsa her insanın duyguları hayalleri ve en önemlisi de bir kalbi olduğu gerçeğini ön plana çıkarır. Romanda Osmanlının batılılaşmış burjuva sınıfının eleştirili esaret kurumuna bakış açısı ve yaşlı kuşakla genç kuşağın çatışması verilir. Asaf paşa ve Zehra hanım, sosyal münasebetlerde ve evlilikte zenginliği öne çıkarır. Oğulları Celal ise zenginliğin önemli olmadığını, asıl olanın güzellik, namus olduğunu belirtir. Günümüz genç kuşağının ilgi çeken bir yönünü ele alan eser o günkü toplumda da bugüne bilgi vermektedir. Konusu gerçek hayattan alınmış bu romanda genel manada esir ticareti, sosyal sınıflar arasındaki dengesizlik, terbiye meselesi, geleneklerin sosyal hayata tesirleri başlıca unsurlardır. Ayrıca kader fikri Sergüzeşt romanında çok öne çıkmaktadır. ROMAN ÖZETİ Kafkasya’nın bir köyünde Dilber adında küçük bir kız esircilerin eline düşer. İstanbul’a getirilir. Dokuz yaşındaki güzel kız, Mustafa Efendi adında bir memura satılır. Evin hanımı serttir, kötü huyludur. Dilber’e çok cefa eder. Kızcağız bütün ağır işleri yüklenir, gücünün üstünde çalışır, öyleyken sık sık dövülmekten, aşağılanmaktan kurtulamaz. Mustafa Efendi Erzurum’a bağlı bir ilçeye atanır. Dilber’i götürmek istemediğinden bir esirciye satar. Dilber sıkıntılı yıllar geçirir. Ona müzik, okuma, ev işleri öğretilir. Ardından, satılır. Bir paşa konağına düşer. Asaf Paşa’nın ailesi görgülü ve bilgilidir. Evde dengeli bir hava vardır. Dilber burasını çok sever, ilk kez rahat eder. Ailenin oğlu Celal Avrupa’da okumuş, resim çalışmış, kültürlü ve yakışıklı bir gençtir. Dilber’i model olarak kullanır, iki genç zamanla birbirlerine yakınlık duyarlar. Sevişirler. Anne baba durumu sezince telaşa kapılırlar. Oğullarının haberi olmadan kızı bir esirciye satarak konaktan uzaklaştırırlar. Celal olup bitenleri öğrenince üzüntüden yatağa düşer. Dilber’in yeni sahibi Mısırlı bir zengindir. Kızı haremine kapamak amacındadır. Bunun için onu Mısır’a götürür. Genç kız hareme girmek istemediğinden üst katta karanlık bir odaya kapatılır. Harem ağası Cevher kıza acır, onu kurtarıp İstanbul’a kaçırmak ister. Geceyarısı odaya ip atarak yukarı tırmanır, önce Dilber’i aşağı indirir. Arkadan kendisi de inerken dengesini kaybeder, düşerek ölür. Dilber yalnız ve çaresiz kalır. Tek başına İstanbul’a gidemeyeceğini anlar. Kendini Nil ırmağma atarak intihar eder. ROMANIN ŞAHIS KADROSU KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ Romanda şahıs kadrosu olarak karşımıza iki grup çıkar Köleler ve asiller. Dilber, Cevher Ağa, Teravet kölelik kavramını vermek için seçilmiş tiplerdir. Celal Bey, Hacı Ömer, Mustafa efendi ve karısı ise aydın ve varlıklı kesimi temsil eder. DİLBER Dönemin trajik bir sahnesini yani esirliği anlatmaya çalışan ve bu çalışmasında güzel bir eser ortaya çıkararak çalışmasında başarıyı yakalayan Samipaşazade Sezai, Dilber karakterini yazıya iyi bir biçimde dökmüştür. Dilber’in küçük yaşında esirciye satılması, yaıılar sonra güzelleşip alımlılaşması akıcı bir dille anlatılmıştır. Bu güzel ve talihsiz kız kendisi için imkansız bir sevdaya tutulmuş ve sonu hüsranla biten bir yaşam sürmüştür. Romanın asıl kahramanıdır. Merkez şahıs ve devrini temsil ettiği için önemli bir tiptir. Namusuna düşkün, ölümü pahasına da olsa namusu için, odalık olma gibi kötü bir şeyi reddetme cesaretine sahip ulvi bir insandır. O, hayatta en fazla namusuna önem verir. Ve namusu için yaşar. Güzeldir ve bu güzellik onun başına hep sorunlar açmıştır. CELAL BEY Romanın ikinci önemli şahsiyetidir. Paris’te yurt dışı eğitimi gördükten sonra ressam olarak ülkesine döner ve model olarak kendisine Dilber’i seçer. Bu sırada da Dilberİn namusuna aşırı düşkünlüğü dikkatini çeker ve elinde olmadan Dilber’e aşık olur. Zenginlik içinde bir yaşam süren Celal Bey rahat bir ortamda yetişmiştir. İstediği zaman istediği şeyi yapabilme rahatlığı ona verilmiştir. Bu zenginliği onun için bir şey ifade etmez çünkü, önemli olanaın maddi zenginlik deği, gönül zenginliği olduğunu savunan nadide insanlar arasındadır. Hacı Ömer Bir esircidir merhametsiz,duygusuzdur. Mustafa Efendi kötüye kullanan ve rüşvet yiyen bir adamdır. Teravet Mustafa Efendi ve eşinin evinde Arap bir yürekli ve gaddardır. Dilber'e yaptığı işkenclerle ön plana çıkar. Latife ve annanesi Latife Dilber'in dert ortağı iyi ve aynı şekilde iyi ve kadın ve latife yardımseverdir. Cevher Ağa Harem ,iyi yürekli ,Dilber'i seven ve onun için ölümü göze alan bir kişidir. MEKÂN VE ÖZELLİKLERİ İlk olarak anlatıma esirciye sayılacağı yerin tasviri ile başlanır. Buralar ise Tophane Meydanı, Çakmakçılar Yokuşu, Beyazıt Meydanı, Aksaray gibi. Daha sonra yazar Dilber’in satıldığı evin tasvirine geçer. “odada bir hücrenin içinde bir küçük şilteden ve bundan 50–60 yıl evvel yapılmış bir hücrenin içinde Çanakkale testisi ile bir bardaktan başka bir şey yoktu.” Asaf Paşa’nın Moda’daki konağı da bir hayli geniş bir tasvirle anlatılmıştır. “Avrupai binanın deniz tarafındaki manzarayı göstermesine karşılık kara tarafındaki çınarı kestane, zeytin gibi insanı düşündüren ve esirlik içindeki hayale, lacivert göğü gösteren yüksek ışıkları, güneşin ışığını dalgalandırarak uzun gölgeleri ve hoşlukları hiçbir tarafla bağlantısı olmayan bahçeye ruhun aradığı rahat ve huzuru veriyordu…” 15 s Bu mekân tasviri Halid Ziya’dan önce Türkçe’de rastlamadığımız en güzel örnektir. Sezai’nin bütün ömrü Avrupai tarzda dekore edilmiş köşklerde geçtiğinden yazar, güzel ve rahat bir üslupla okuyucuyu sıkmadan en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmez. Dekor para ve yaşayış tarzı ile yakından ilgilidir. Avrupai bir hayat tarzını, bütünü ile benimsemiş olan Asaf Paşa ailesi, dekorda da batılı tarza önem vermiştir. ZAMAN Roman Dilber'in Kafkasya'dan yedi yaşında kaçırılmasıyla başlar Nil Nehri'ne kendini atarak boğulmasıyla son bulur. Romanda kronolojik bir zaman sıralaması gözlenmiştir. Olaylar 19. yüzyılda geçmektedir. Yaşanam zamanı bilinmemekle birlikte yazıldığı dönemde yaşanmış olabilir. BAKIŞ AÇISI VE ANLATICI Roman müşahit anlatıcıya ait bakış açısı ile kaleme alınmıştır. Yazar, esir ticareti yapanlar ve Dilber gibi esarete mahkûm olanlar arasındaki tutumunu dengeleyememiş. Her iki tipteki insana belli bir mesafeyle bakamamıştır. Yazar romanda kendi kimliğini gizleyememiş, zaman zaman araya girerek kendi düşüncelerini de eklemiştir. Ara sıra konu dışına çıkmış. Esirlik kurumunu acındıracak etki sağlamaya çalışmıştır. Yazar kendi düşüncelerini belirttiği bir bölümde “ Ağlamak, uğradığımız felaketlere karşı vücudumuzda kalan kuvvet kalıntılarının bir feryadıdır.” diyerek yorumda bulunmuştur. Dram öğelerini yer yer kullanarak eserin coşumcu bir yapıta çevirmiş. Mesela eserin 23. sayfasının ikinci paragrafında; “Aferin! Bu Kafkasyalı küçük çocuğun muzdarip kalbine ki kendisine ait olanlardan başka bir şeyi kabul etmeyerek ve bohçasını koltuğun altına alarak oda kapısından dışarı çıktı.” Demiştir. Yazar yine başka bir bölümde de okurun acındırma duygularını uyandırmak ister “Zavallı Çocuklar! Sizin o mini mini elleriniz, eski Asya vahşetini kullandığı ve birkaç yüzyıldan beri insanlığın zorbalık yükü altında inlediği esirlik zincirlerini kırmak için değil, belki kendiniz gibi küçük kuşları, güzel çiçekleri okşamak içindir.” Der. YAZARIN SÖZÜNÜ EMANET ETTİĞİ KİŞİ Sergüzeşt romanı 1889 yılında yazılmıştır. Bir insanın hemcinsi olan başka bir insanı kul edinmesi, hiçbir şekilde tasvip edilecek bir durum değildir. Ancak tarih boyunca doğuda ve batıda bir realite olarak yaşanmıştır. Dolayısıyla romanın gerçeği ile hayatın gerçeği birbirine yakındır. Eserde o dönemin esaret anlayışına ait birçok iz bulabiliriz. Mesela eserde eserlerin duygularına yer verilmemesi, bir insan olarak değil de iş yapmak için yaratılmış bir mahlûk olarak bakılması gibi bölümlere rastlarız. Dilber ve cevahiri romanda yazarın sözünü emanet ettiği kişilerdir. Geçmişinde esirlerin bulunduğu konaklarda bulunan Sezai, bu gerçekleri Dilber ile yaşamıştır. Dilber, tip olarak bir Çerkez kızıdır. Karakter olarak da devrin ve dönemin yaşantısını yansıtır. Romanda bir sınıfın trajik durumu Dilber ile öne çıkarılmıştır. Ferdi, sosyal konulara değinilmiştir. Bu konuları çok etkili, vurgulu ve eleştirel bir biçimde anlatılmıştır. Romantizminde konu edildiği bölümlere rastlamak mümkündür. Eserde yazarın sözünü emanet ettiği kişi Dilber’dir. Söylemek istediklerini onun ağzı ile bize aktarmıştır. Dilber yazarın düşünce ve fikirlerinin sembolüdür. Vakanın gözleme dayanması, ruh çözümlemelerinin tabiiliği, mekân tasvirlerinin olayın gelişmesine paralel ve kahramanların ruh halleriyle ilişkili olarak realist akımı benimser. Ancak Sezai’nin zaman zaman Namık Kemal ve Ahmet Mithat romantizminden gelen bir tavırla kahramanlarına karşı duygularını gizlemediği görülür. Mesela Cemil Bey’i beğenir; Dilber, esir kızlar, Cevher gibi kahramanlara acır; esirci Hacı Ömer, Harputlu Mustafa Efendi’nin Hanımı gibi kahramanlarına kızar. Bütün bu duygularını saklama ihtiyacı duymaz. Tanzimat dönemi Türk romanının “asıl örgüsünü teessüri mevzuların yaptığını” belirten Tanpınar, bunu on dokuzuncu asır sonlarında , “romantizmin serpintisi” olarak değerlendirir. Sergüzeşt te de “ bu hissi unsura henüz çok mütereddit bir realizm arzuyla, kibar ve satkarene hatta Avrupalıca bir hayatı aksettirmek endişeleri karışır”der. Sergüzeşt ten önce romantizm tecrübesini yaşayan Türk romanı Sergüzeşt’le realist tavrın örneğini sunar. Tanpınar “henüz çok müterreddid bir realizm “söz grubuyla bu tavrın, edebi eserde yansıması biçimine işaret eder. Ancak Sezai, bir taraftan realist tavrı benimserken, bir taraftan da Namık Kemal in üslubunu sürdürür. DİL VE ÜSLUP Sergüzeşt’in dili ve üslubu sade ve tabiidir. Kuş ve renk isimleri her fırsatta kullanılmıştır. Kuş, özgürlüğün sembolüdür. Mekan tasvirleri çok iyidir. Okuyucunun hayal dünyasına uygundur. Samipaşazade Sezai’nin ilk ve son romanı olması itibariyle diğer romanlarıyla karşılaştırma gibi bir şansımız bulunmamaktadır. Başarılı bir eser ortaya çıkaran Sezai, okuyucun bir solukta bitirebileceği bir kitap vücuda getirmiştir. Anlatım akıcı ve sürükleyicidir. Kısa ve öz olması da okuyucu için bir avantajdır. Sergüzeşt romanını esas kahramanı olan Kafkasyalı esir kız Dilber’dir. Romandaki diğer şahısların hepsi ya ona eziyet eden veya onu koruyan ve seven kimselerdir. Romana bütün olarak Dilber’e ıstırap veren insanlar hâkimdir. Romanda, Dilber hemen daima kendisine zıt kimselerle karşılaştığı ve bu kimseler Dilber’le münasebetlerine göre tasvir edilmiştir. Başta Dilber’i Batum’dan İstanbul’a getiren Çerkesler’in insani duyguları yoktur. Kendi ırklarından olan kızları İstanbul’a getirir ve satarlar. Onlara göre insan, değeri para ile ölçülen bir varlıktır. Esir kızları satın alan adam, Hacı Ömer adındaki esirci, Dilber’le taban tabana zıt “iriyarı, çirkin, vahşi, merhametsiz bir insandır. Hayatta iki şeye önem verir biri duvarda asılı kırbacı, öteki ise evine gelen zayıf mahlûkların kimsesizliğidir. Dilber’i satın alan Harput sabık Mal Müdürü Mustafa Efendi’nin karısı da kendisi gibi çirkindir. Harputlu çirkin, merhametsiz ve saygısız bir adamdır. Sosyal bakımdan Dilber ile aynı durumda olan Harputlu’nun hizmetçisi Arap cariye Taravet de hanımı gibi çirkin ve merhametsizdir. Bunlara karşılık Dilber’i sokakta baygın halde bulan ve gece evine götüren ona annesi gibi bakan yaşlı kadın asil bir çehre ve şahsiyete sahiptir. Edirnekapısı civarındaki harap, korkunç konakta Dilber ile diğer esir kızları çalgı çalan, kitap okuyan ve dertleşirken gösterir. Yazar onları tasvir ederken tatlı çocukluk hatıralarına, acı hayat tecrübelerine yer verir. Dilber Asaf Paşa’nın konağına gele kadar masum, hassas, ezilmiş bir çocuk olarak karşımıza çıkar fakat bu köşkte, ressam Celal Bey’e derin hayranlık, aşk duyguları uyandıran bir genç kız hüviyetine bürünür. Dilber den sonra romanın ikinci mühim kahramanı Celal Bey’dir. Celal Bey, refah içinde büyümüş Paris’te resim tahsili yapmış, sıhhatli, neşeli bir delikanlıdır. Bu romanda Celal bütün dikkat ve ihtirasını sanatına gömmüş gibidir. Bu yüzden sağlıksız bir tiptir. Celal Bey türlü kıyafetlere sokarak Dilber’in resmini yapmaktan hoşlanır.”Asaleti zenginlik ve sosyal mevkide değil güzellik ve kalp saflığı”nda arayan Celal Bey, bu düşünceleriyle geleneksel yapıya tezat teşkil eder. Dolayısıyla sahip olduğu sosyal statüye aykırı bir tablo çizer. Alışılmış olanı değiştirmeye yönelik tavrı, karşısında geleneksel yapıyı şiddetle korumaya kararlı bir güç bulacaktır. Onu değiştirmeye gücü yetmeyecektir. Celal Bey, Dilber’in aşka eğilimli hassas yönünün ortaya çıkmasına hizmet ederken aynı zamanda mevcut sosyal yapıya karşı çıkışında örneğini gösterir. Asaf Paşa ve ailesi son dönem Osmanlı toplumunun tüketim tarzını temsil eder. Celal’in anne ve babası, toplum kurallarını gözetme çabası yüzünden kısıtlı kişilerdir. Sergüzeşt i üstad-ı has Ekrem’in nihayetsiz kalbine ithaf ile i’lâ etmek istemiştim. Bu eserin bir meziyeti varsa onu da şimdi zir-i zeminde durmuş, fakat bâlâ-yı sermediyette ebedîü’l-halecan olan kalpten almıştır. Romanın “baştan sona kadar ezilen masum insan ile ezen kötü, anlayışsız insanlar tezadına dayandığını” belirten Mehmet Kaplan “ Sergüzeşt romanında eşya ve mekân tasvirleri, içinde yaşanılan dünyayı kurmada; şiir ve estetik duyguları telkinde önemli rol oynar. Bu bakımdan o, Namık Kemal ve Ahmet Midhat Efendi’den ayrılır” der.
samipaşazade sezai küçük şeyler özeti